SOSYOLOJİK DÜŞÜNME VE SOSYOLOJİNİN TEMEL KAVRAMLARI
Sosyoloji Nedir?
Doğduğunuz anda başka bir bebekle yer değiştirmiş olsaydınız nasıl bir hayatınız olurdu? A.B.D.’de, Fransa’da, Hindistan’da ya da Nijerya da doğmuş olsaydınız şimdiki hayatınıza göre neler daha farklı olurdu? Değerleriniz, inançlarınız, tutumlarınız neler olurdu? Ya da aynı toplumda, daha zengin ya da daha yoksul bir ailenin çocuğu olarak, doğduğunuz bölgeden daha gelişmiş ya da daha az gelişmiş bir bölgede veya farklı cinsiyette doğsaydınız hayatınız şimdi yaşadığınız gibi mi olurdu? Aynı eğitimi görebilir, aynı işe girebilir miydiniz? Aynı davranış ve tutumlara mı sahip olurdunuz? Kısacası aynı insan mı olurdunuz? Bunun üzerinde düşünün. Bunu düşünmek, bireysel olduğunu düşündüğümüz birçok şeyin büyük ölçüde toplumsal faktörler tarafından belirlendiğini anlamamıza yardımcı olacaktır.
Gündelik yaşamdaki rutinlerin içinde daldığımızda, yaşadığımız deneyimlerin, olup bitenlerin anlamı üzerinde düşünmeyiz. Bireysel olandaki sosyal olanı, özel olandaki genel olanı görmeyiz. Sosyologlar, insanların yaşadığı bireysel olayların daha geniş olguların yansıması olduğunu gösterir ve insanların deneyimleri arasındaki benzerlikleri ve bu benzerliklerin arasındaki farklılıkları ortaya koyarlar . Sosyoloji (toplum bilim) bizi deneyimlerimizi yeniden değerlendirmeye yöneltir, şeylerin olduğunu zannettiğimiz şekilde olmadığını düşünmemizi, başka yorumların da olduğunu görebilmemizi sağlar. Sosyolojik düşünmenin bireye sağladığı en önemli fayda, şimdiye kadar düşünmediği farklı bir şekilde düşünmeye başlamasını ve böylece o güne kadar tanıdığını düşündüğü dünyanın şimdi olduğundan daha farklı bir dünya olabileceğini keşfetmesini sağlamasıdır. Sosyolojik düşünmek, hem kendi yaşamımızı ve sorunlarımızı, hem de çevremizdeki insanları daha iyi anlamamızı sağlar. Bütün insanların bizimle aynı engellerle ve hayal kırıklıklarıyla karşılaştıklarını fark edebilir ve diğer insanların tercih ettikleri hayat tarzını seçme ve uygulama haklarına daha çok saygı gösteririz. Sosyolojik düşünmek, aramızda karşılıklı anlayış ve saygıya dayanan bir dayanışma oluşmasını sağlar ve bu dayanışmayı güçlendirir.
Resim 1.1 Sosyolojik bakış açısı, toplumsal koşulların bireylerin yaşamlarını nasıl etkilediğini ve belirlediğini görmeyi sağlar. Başka bir deyişle, bireysel sorunların ardındaki toplumsal nedenleri, yani özel olanın içinde genel olanı görmemize yardımcı olur.
DİKKAT: Sosyoloji, yaşamın görünüşte bildik olan yanlarının nasıl başka bir gözle görülebileceğini ve yorumlanabileceğini gösterir.
Sosyolojiyle uğraşmak, sıradan bir bilgi edinme sürecinden ibaret değildir. Sosyolojik düşündüğümüzde olaylara daha geniş bir açıdan bakar, kendimizi gündelik hayatlarımızın sıradanlığından uzaklaştırırız. Anladığımızı ya da bildiğimizi zannettiğimiz şeyleri yeniden inceleriz. Sosyolojinin amacı, sahip olduğumuz bilgileri “düzeltmek” ya da yanlış bildiklerimizin yerine sorgulanamaz doğruları koymak değildir. Sosyolojik düşünmek, bugüne kadar tartışmasız kabul edilen inançları eleştirme, kesin olduğu iddia edilen görüşleri çözümleme ve sorgulama alışkanlığı kazanmaktır . Sosyolojik düşünmek, sosyolojik imgelemi kullanmak demektir. C. Wright Mills’in geliştirdiği bir kavram olan sosyolojik imgelem (sosyolojik tahayyül ya da sosyolojik düş gücü olarak da bilinir), bireysel deneyimleri toplumsal kurumlarla ve toplumların tarihteki yeriyle ilişkilendirmeyi ifade eder. Mills, insanların işleri, aileleri veya komşularıyla ilgili sorunlarını anlayabilmeleri için bu konulardaki daha geniş sosyolojik desenleri tam olarak anlamaları gerektiğini belirtir. Ne bireylerin yaşamları ne de bir toplumun tarihi, her ikisi birden anlaşılmadan anlaşılamaz. Başka bir deyişle sosyolojik imgelem hem tarihi, hem biyografiyi hem de bunların toplum içindeki ilişkilerini kavramaktır. Biyografi ve tarih arasındaki ilişkiyi anlamak insan ve toplum arasındaki, kendimizle dünya arasındaki ilişkiyi anlamaktır. Örneğin bir çiftin boşanması kişisel bir sorundur ama bir toplumda son on yılda yapılmış evliliklerin yarısına yakını boşanmayla sonuçlanmışsa bu toplumsal bir sorundur. Benzer şekilde bir insanın işsiz kalması kişisel bir sorundur, ülkede çalışma çağındaki nüfusun üçte birinin işsiz olması ise toplumsal bir sorundur. Bu durum, bu sorunların bireysel özelliklerden kaynaklanmadığını, toplumsal düzeyde sorunlar olduğunu ve toplumsal düzeyde incelenmesi ve çözülmesi gerektiğini göstermektedir. Böylece sosyoloji, özel olanın içinde genel olanı, bireysel olanın içinde toplumsal olanı, yani kişisel sorunların arkasındaki toplumsal sorunları görmemize yardımcı olur. Sosyoloji, hem toplumların içindeki ve toplumlar arasındaki farklılıkları, hem de bu farklılıklardaki benzerliği gösterir. Bu yolla toplumsal yaşamın kalıpları ortaya konduktan sonra, bireyler içinde yaşadıkları dünyayı da kendilerini de daha iyi anlarlar.
Resim 1.2 Charles Wright Mills (1916-1962). Mills’e göre sosyolojinin görevi, bireylerle içinde yaşadıkları toplum arasındaki ilişkileri anlamaktır. Toplumun bireysel yaşamları nasıl şekillendirdiğinin ortaya konması için sosyolojinin kullanılması gerektiğini savunan Mills, bir bireyin veya grubun anlaşılabilmesi için, bu bireylerin içinde yaşadığı toplumun toplumsal ve tarihsel bağlamı hakkında bilgi sahibi olunması gerektiğini belirtmiştir.
Sosyolog Bauman sosyolojinin diğer bilimlerden hem konusu hem de yaklaşımı açısından farklı olduğunu belirtir. Fiziğin, kimyanın, astronominin ilgilendiği konular, sıradan insanların günlük deneyimleri çerçevesine girmez ve ancak milyonlarca dolarlık özel aletlerle, radyo teleskoplarla, elektron mikroskoplarıyla gözlemlenebilir. Bu nedenle bu bilimlerin konuları bilim dalının ve bilim insanlarının tekelindeki mülkler gibidir, onları ancak bilim adamları görebilir ve inceleyebilirler, bu konularda uzman olmayan insanlar bu alanlardaki bilim insanlarının verdiği eğitim olmadan bu konularda herhangi bir fikir sahibi olamaz ve bir kanıya varamazlar. Bu nedenle de bu bilimlerde bilim insanlarının uzman olmayan insanların görüşleriyle, kamuoyuyla ya da sağduyuyla yarışmaları gerekmez. Sosyolojinin çalışma alanında ise radyo teleskoplar ya da elektron mikroskopları gibi araçlar kullanılmaz. Sosyolojik bulgular, sıradan insanların günlük yaşamlarında yaşadıkları deneyimlerden sağlanır. Doğal olarak sosyolojinin incelediği olay ve olgular, sosyolojik olarak ele alınmadan önce zaten herkes tarafından yaşanmıştır ve herkes sosyolojinin konusuyla, yani günlük yaşamlarındaki deneyimleri hakkında sağduyuya dayalı bir bilgiye sahiptir. Örneğin aile, din, istihdam, akrabalık ve komşuluk ilişkileri gibi çeşitli konularda herkesin deneyimleri vardır. Bu nedenle sosyolojinin fizik, kimya, biyoloji gibi bilimlerden farklı olarak konusu üzerinde tekelci bir hâkimiyeti yoktur. Sağduyu, hayatımızdaki günlük işlerimizi yürütmek için yararlandığımız, sistematik olmayan, zengin ama dağınık ve bağlantıları belirsiz olan bilgidir. Başka bir deyişle sağduyu, herkesin hayat hakkında sahip olduğu ham bilgidir . Eğer sosyoloji günlük yaşamımızda yaşadıklarımızla, insan deneyimleriyle ilgileniyorsa, sosyolojiyi herkesin kullandığı gündelik hayata ilişkin bilgiden, yani sağduyudan ayıran şey nedir? Sağduyu ile sosyolojinin insan deneyimlerini ele alışları arasındaki fark, konuyu ele alış biçiminden ve bakış açısından kaynaklanır. Bu farklılıkları dört başlıkta özetlemek mümkündür:
- Sistemli gözlemlere dayanma ve sorumlu konuşma: Sosyoloji, ampirik bir bilimdir. Bu, sonuçların sistematik gözlemlerin sonucuna dayanması gerektiği anlamına gelir. Sosyologlar araştırma yaparken çeşitli yöntemler kullansalar da sosyolojinin ampirik bir zemine sahip olması, sosyolojik bulguları sağduyudan ayırır . Sosyoloji, sağduyudan farklı olarak, bilimin bir vasfı olduğu kabul edilen sorumlu konuşma kurallarına uyar. Bu, sosyologların kendi inançlarından kaynaklanan fikirleri bilimsel bulgular olarak göstermekten sakınmaları anlamına gelir. Sosyologlar, bilim insanlığı mesleğinin gereği olarak içtenlikle savundukları fikirler olsa bile bunları bilimsel bulgular gibi göstermez ve sınanmamış, tahmin niteliğindeki önermelerle kanıtlanmış bulguları birbirinden ayırmaya büyük özen gösterirler .
- Yargı oluşturmak için materyalin çıkarıldığı alanın büyüklüğü: Sosyolog olmayan insanlar, kendi yaşam dünyalarında yaptıkları şeylere, sahip oldukları amaçlara ve karşılaştıkları insanlara dayanarak yargıda bulunurlar. Ancak yalnızca kişisel yaşamımıza, kişisel deneyimlerimize dayanan yargılar büyük ihtimalle kısmi ve tek yanlı yargılar olacaktır. Bu kısmilik ve tek yanlılık ancak sosyolojinin yaptığı gibi, kişisel hayat deneyimlerinin diğer insanların deneyimleriyle bir araya getirilmesi ve karşılaştırılmasıyla çözülebilir. Böylece bireysel hayat hikâyeleri ile sosyal (toplumsal) süreçler arasında var olan sıkı bağ görülebilir. Sosyolojik düşünmeyen bireyler bu bağın farkında olmayabilir ve bu bağı denetleyemezler .
- İnsan gerçekliğine anlam verme biçimi: İnsanlar yaşadıklarının, yaptıklarının, dünyada olup bitenlerin bireylerin bilinçli eylemleri, istek ve amaçları sonucunda meydana geldiğini düşünürler. Hoşlarına giden olayların arkasında birilerinin iyi niyetinin, hoşlanmadıkları olayların arkasında da kötü birilerinin kötü niyetinin yattığını düşünürler. Sosyologlar, dünyayı böyle kişiselleştirilmiş bir şekilde algılamazlar ve gözlemlerini bireysel failler ve eylemler yerine insanlar arasındaki bağımlılık ağlarına dayandırırlar . Sosyoloji, yaşamlarımızdaki olayların büyük ölçüde tarihsel ve toplumsal güçler ve ilişkiler tarafından belirlendiğini gösterir . Çoğumuz dünyayı kendi yaşadığımız şekliyle görürüz, sosyoloji ise bizim neden olduğumuz gibi olduğumuz ve neden davrandığımız gibi davrandığımız hakkında çok daha geniş bir bakış açısını benimsememiz gerektiğini ortaya koyar. Doğal, iyi, doğru ve kaçınılmaz olarak gördüklerimizin doğal, iyi, doğru ve kaçınılmaz olmayabileceğini gösterir .
- Bildik olanı bilmedikleştirme: Gündelik hayatımızda hareketlerimizin çoğu alışılagelmiş ve tekdüze hareketlerdir. Bu hareketleri sorgulama ya da çözümleme gereği duymayız. Bu nedenle sağduyumuzu da sorgulamayız. İnsanlar “her şeyin ve herkesin her zamanki gibi” olduğunu kabul ettikleri sürece sorulacak hiçbir soru yoktur. Alışkanlıklardan kaynaklanan bu aşinalık, sorgulayıcılığın, eleştirinin, değişimin ve yenilik arayışının önünde bir engeldir. Sosyoloji bu engeli aşarak günlük yaşamı masaya yatırır, bildik gibi görünen konuları inceleyerek, sorgulayarak, eleştirerek bilmedikleştirir. Bunu küçük bir öyküyle açıklayalım: Kırkayak, kırk ayağının hepsini rahatça kullanarak yürüyüş yapıyormuş. Karşısına çıkan bir arkadaşı, “ne kadar dikkatlisin” demiş, “her zaman yürümeye üçüncü ayağınla başlıyorsun, hiçbir zaman yirmi birinci ayağından önce sekizinciyi ya da otuz altıncıdan önce yirmi dördüncüyü atmıyorsun”. Bunu duyan kırkayak, “öyle mi, hiç farkında değildim” demiş ve hangi ayağını hangi sırayla attığına dikkat etmeye çalışırken bir adım bile atamaz hale gelmiş ve dengesini kaybedip düşmüş. Kipling’in yazdığı bu öyküde öz bilinç kazanan kırkayak gibi, gündelik yaşamdaki rutini bozmak, yaptığımız ama farkında olmadığımız davranışları sorgulamak herkesin hoşuna gitmeyebilir. İnsanlar şimdiye kadar bildikleri ve gurur duydukları bir takım şeylerin sorgulanması, bazen de değerini kaybetmesi nedeniyle üzülebilir ya da kızabilirler. Ancak bilmedikleştirmenin önemli faydaları vardır. Bunu yaşayan birey artık hayatını daha bilinçli ve daha özgür yaşayacaktır . Sosyoloji, sosyoloji öğrencilerinin ufkunu genişletir, gözlem becerilerini keskinleştirir ve analitik becerilerini güçlendirir.
-
ÖRNEK: Kişisel olmayan bakış açısı sayesinde sosyoloji, olay ve olguları tek bir açıdan değil, çok boyutlu olarak ele alır. Basit bir örnek vermek gerekirse, sosyolojik düşündüğümüzde çay gibi çok basit görünen bir şeyi bile çeşitli açılardan ele alıp incelemek mümkündür. Çay, gündelik hayatımızda çok önemli bir yere sahiptir olan bir içecektir, çoğumuz güne bir bardak çay içmeden başlamayız ve gün içinde de defalarca çay içeriz. Çayın ne gibi açılardan ele alınabileceğine bakalım:
- Çay içmek, bizim için simgesel bir anlama sahiptir. Arkadaşlarınızla çay içmek üzere bir araya geldiğimizi, ya da bir tanıdığınıza çay içmek için uğradığımızı düşünelim. Burada amacımız aslında çay içmek değil, bir araya gelmek ve konuşmaktır, bu birliktelik içilen çaydan daha önemlidir. Başka bir deyişle gündelik toplumsal etkinliklerimizin bir parçası olarak çayın simgesel bir değeri vardır.
- Türkiye, çay tüketiminde birçok ülke arasında ilk sıralarda yer almaktadır. Çayın tarımsal olarak üretilmesi, toplanması, fabrikalarda işlenmesi, paketlenmesi, dağıtımı ve pazarlaması açısından hem ulusal ekonomi piyasasında önemli bir yeri, hem de ithalat ve ihracat ilişkileri nedeniyle küresel ilişkileri vardır, kısacası çay ekonomik değere sahiptir.
- Kültürel olarak çaya atfedilen değer, çeşitli toplumlarda farklılık göstermektedir. Örneğin Japonya’da çay, yılın hangi zamanında, kime ve neden sunulduğuna göre farklı şekillerde sunulmaktadır ve çay törenini gerçekleştirecek olanların uzun süre eğitim görmesi gerekmektedir. A.B.D.’de ise çay, kolonilerin bağımsızlık savaşını başlatan protestoları temsil etmektedir. Çay bazı kültürlerde tedavi edici özelliği nedeniyle bir şifa olarak, bazı kültürlerde ise keyif verici madde olarak görülmektedir. Yani çay, kültürel değere sahiptir.
- Çay her kültürde veya bütün zamanlarda aynı anlama gelmemektedir. Örneğin günümüzde çay gündelik hayatın önemli bir parçası olsa da, Türkiye’de çay yirminci yüzyıla kadar bu derece yaygın olarak içilen bir içecek değildi. Daha önceleri yaygın olarak kahve tüketilirken, İkinci Dünya Savaşı sırasında kahve ithalatı ve 1970’lerin sonlarında döviz transferi yapılamadığı için kahve ithal edilememiş ve kahve yerine çay içme alışkanlığı oluşmuş, bugünkü yaygın tüketimine ancak bu tarihlerden sonra erişmiştir. Başka bir deyişle toplumsal ve ekonomik ilişkiler bütün zamanlarda aynı şekilde geçerli değildir, toplumsal değişmeyle birlikte hepsi değişir.
Sosyolojinin Temel Kavramları
Sosyoloji: Sosyoloji, “insanın toplumsal yaşamının, insan grupları ile toplumlarının bilimsel incelemesi “modern toplumlarda insan gruplarının ve toplumsal yaşamın sistematik ve planlı olarak çalışılması” veya “insan toplumlarının ve toplumu oluşturan gruplardaki insan davranışının bilimsel olarak incelenmesi” olarak tanımlanabilir. Başka bir deyişle sosyoloji, toplumun, toplumsal etkileşimin, bireyle toplum arasındaki ilişkinin, toplumsal kurumların yapılarının ve birbirleriyle ilişkilerinin bilimsel olarak incelenmesidir. Sosyoloji makro düzeyde toplumsal kurumların ya da toplumların yapısını ve değişimini, mikro düzeyde grupları, gruplar arasındaki etkileşimi ve toplumsal rolleri inceler . Yüz yüze etkileşim hâlindeki gündelik davranışların incelenmesine genellikle mikrososyoloji, siyasal sistem ya da ekonomik düzen gibi büyük ölçekli toplumsal düzenlerin çözümlenmesine ise makrososyoloji adı verilir.
BİLGİ: Sosyoloji: Geleneksel toplumdan modern topluma dönüşümü anlamaya yönelik çabalardan doğmuş olan, toplumların yapılarını ve değişimlerini anlamaya çalışan bir bilimdir ve modern insan toplumlarının sistematik bir şekilde incelenmesini içerir.
Toplum: Sosyolojinin en temel kavramı olan toplum, bireylerin toplamı demek değildir. Toplum, belirli bir kültürü ve bir takım toplumsal kurumları paylaşan insanlar arasındaki ilişkilerden meydana gelir. Başka bir deyişle toplumu oluşturan şey bireylerden çok bireylerin arasındaki ilişkiler, paylaştıkları değerler ve davranış kalıplarıdır. Futbol oynamayı bilen 11 kişiyi bir araya getirdiğimizde nasıl bir futbol takımı elde edemezsek, sadece bireylerin bir araya gelmesiyle de toplum oluşmaz. Futbol takımında her oyuncunun bir görevi, rolü vardır. Oyuncular birbirleriyle ilişkilidir, her biri diğer oyuncuların rollerini bilir ve buna göre davranır. Toplumda da insanlar ve gruplar arasında ilişkiler vardır ve toplum insanları etkileyen bu ilişkilerden meydana gelir.
BİLGİ: Toplum bireylerin toplamından ibaret değildir, insanlardan oluşan bir topluluğun toplum olabilmesi için üyelerinin ortak bir kültürü ve ortak toplumsal kurumları paylaşmaları ve aralarında karşılıklı ilişkiler olması gerekir.
Toplum Tipleri: En genel düzeyde toplumlar geleneksel (ya da modernlik öncesi) toplumlar ve modern toplumlar olarak ikiye ayrılır. Modernlik öncesi toplumları da birkaç türe ayırmak mümkündür. Avcı ve toplayıcı toplumlar, insanların yaşamlarını bitkileri toplama ve hayvanları avlama yoluyla sürdürdükleri, birkaç düzine gibi nispeten az sayıda insandan oluşan ve eşitsizliğin çok az olduğu toplumlardır. Tarım toplumları, toplumsal yaşamın toprağın ekilip biçilmesine bağlı olduğu toplumlardır. Kırsal toplumlar, tarımsal üretime ek olarak evcilleştirilmiş hayvan yetiştiriciliğinin önemli bir geçim kaynağı olduğu ve açık eşitsizliklerin bulunduğu toplumlardır. Büyük ölçüde tarıma dayanan ancak ticaretin ve tarım dışı üretimin de yoğun olduğu, krallık ya da imparatorlukla yönetilen, farklı sınıflar arasında önemli eşitsizliklerin bulunduğu toplumlara sanayileşmemiş uygarlıklar ya da geleneksel devletler adı verilir. 19. yüzyıl sonrasında bu tip geleneksel toplumlar büyük ölçüde ortadan kalkmış ve farklı bir toplum tipi gelişmiştir. Toplumun endüstri ve teknolojiye dayandığı, nüfusun büyük bölümünün fabrikalar, ofisler ya da dükkanlarda çalıştığı, insanların çoğunlukla endüstriyel üretimin yoğun olduğu kentlerde yaşadıkları, önceki toplum tiplerine göre daha gelişmiş ve yoğun siyasal düzene sahip olan bu toplum tipi modern toplum ya da endüstri toplumu olarak adlandırılır. Günümüzde ise endüstrinin, endüstri toplumundaki formundan büyük ölçüde farklılaştığı ve görece arka planda kaldığı, bilgi ve iletişim sektörlerinin ön plana çıktığı, “bilgi toplumu” ya da “endüstri sonrası toplum” olarak adlandırılan yeni bir toplum tipinin oluşmakta olduğu kabul edilmektedir. Geleneksel toplumdan endüstri toplumuna, endüstri toplumundan bilgi toplumuna geçiş, toplumsal değişmenin bir sonucudur. Toplumsal değişme, toplumun kültürel, yapısal, ekolojik veya demografik özelliklerindeki değişmeyi ifade eder .
Toplumsal Davranış: Toplumsal kurumları ve toplumsal yapıyı meydana getiren toplumsal davranış kavramı da sosyolojinin temel kavramlarından biridir. Her davranış toplumsal davranış değildir, bir davranışın toplumsal davranış olarak kabul edilebilmesi için, diğer insanların geçmişte meydana gelmiş, şu anda meydana gelen ya da gelecekte meydana gelmesi muhtemel davranışlarına yönelik olması gerekir. Örneğin iki bisikletlinin çarpışmamak için didonlarını kırmaları ya da yapılan bir saldırıya karşı kendilerini savunmaları veya muhtemel saldırılar için önlem almaları toplumsal davranıştır, çünkü bu davranışlar diğer insanların davranışlarına yönelik olarak yapılmıştır.
Toplumsal Yapı: Toplumda insanların yaşamı tesadüfî bir şekilde sürmez. Etkinliklerimizin büyük kısmı yapılanmıştır, bu etkinlik ve davranışlar, düzenli ve sürekli olarak tekrarlanacak şekilde örgütlenirler . Toplumsal yapılar, toplumsal yaşamı oluşturan ve toplumları birbirinden farklılaştıran ilişkilerdir. Bir başka deyişle toplumsal yapı, toplumun üyeleri arasındaki düzenli, kalıcı ve kalıplaşmış ilişkilerdir . Örneğin ailenin, ebeveyn, çocuklar ve diğer akrabaların düzenli olarak belirli şekilde etkileşimde bulundukları bir yapıya sahip olduğu söylenebilir. Toplum, aile üyelerinin birbirlerine karşı çeşitli sorumlulukları olduğunu var sayar, ebeveynlerden çocuklarını eğitmeleri ve okula göndermeleri, çocukların bağımsız olabilecekleri yaşa gelene kadar ebeveynlerinin sözlerini dinlemeleri ve koydukları kurallara uymaları beklenir. Bu davranış beklentileri ailenin yapısını inşa eden ögelerdendir . Bir toplumun toplumsal yapısından bahsetmek, o toplumdaki statülerden, rollerden, norm ve değerlerden, toplumsal gruplardan ve kurumlardan, özetle o toplumdaki ilişki kalıplarını meydana getiren ögelerden bahsetmek demektir.
BİLGİ: Toplumsal Yapı, toplumu oluşturan temel gruplardan ve toplumsal kurumlardan meydana gelen kalıcı, sürekli ve örgütlü ilişkilerdir.
DİKKAT: Bir toplumdaki bütün toplumsal kurumlar birbirleriyle ilişkilidir. Örneğin ekonomi kurumunu ele alalım. Ekonomi kurumu eğitim kurumuyla ilişkilidir çünkü eğitim kurumu, ekonomi kurumunun ihtiyaç duyduğu iş gücünü yetiştirir. Siyaset ve hukuk kurumları ekonomi kurumunun düzgün işleyebilmesi için gerekli düzenlemeleri yapar. Aile kurumu, ekonominin ihtiyaç duyduğu iş gücünü, yani yeni nesilleri meydana getirmesi ve tüketim işlevi açısından ekonomi kurumuyla ilişkilidir.
Toplumsal Kurum: Toplumsal kurum, toplumsal normlar tarafından sürekli olarak tekrarlanan, onaylanan, sürdürülen, toplumun yerleşik görünümlerini yansıtan ve toplumsal olarak örgütlenmiş olan toplumsal davranış kalıplarıdır . Bu kalıplar, bir toplumda önemli kabul edilen amaçlara nasıl ulaşılacağına ilişkin düşüncelerden meydana gelen bir düzeni içerir. Bir başka şekilde tanımlayacak olursak toplumsal kurum, “toplumun yapısı ve temel değerlerinin korunması bakımından zorunlu sayılan, nispeten sürekli kurallar topluluğudur” . Sosyal uygulamaların kurum haline gelmeye yetecek kadar düzenli ve sürekli hâle gelmesi sürecine kurumsallaşma denir.
Çoğu toplumun merkezinde aile, din, ekonomi, eğitim, sağlık ve siyaset kurumları, farklı biçimlerde de olsa bulunur. Kurumları somut görünümlerinden ayırmak önemlidir. Örneğin bir hükumet siyaset kurumuna ya da tek bir aile genel anlamda aile kurumuna denk değildir. Bir aile, toplumun bir kurum olarak aileyi şekillendirme tarzından etkilenir, ama günlük yaşamda o toplumdaki aile kurumunun yapısal özelliklerinden bazılarını göstermeyebilir. Toplumsal yaşamın birçok yönü gibi, toplumsal kurumlar bu kurumlara katılan bireylerin dışındadır ama aynı zamanda bu katılım kurumun kendisini de biçimlendirir . Toplumsal kurum, dar anlamdaki kurum kavramıyla karıştırılmamalıdır. Örneğin hastane bir kurumdur, Çapa Tıp Fakültesi Hastanesi de bir kurumdur. Sağlık ocakları veya dispanserler de birer kurumdur. Sağlıkla ilgili kurumların bütünü ise bir toplumsal kurum olan sağlık kurumunu oluşturur.
Toplumsal Olgu: Her toplumda, doğa bilimlerinin incelediği olgulardan farklı niteliklerle kendini gösteren olgular vardır. Toplumsal gerçeklik olarak da adlandırılan toplumsal olgu, toplum tarafından kolektif biçimde geliştirilen, bireyin dışında ve kaçınılmaz olan ve bireyi sınırlandıran kural ve pratiklerden çıkarılan davranış biçimleridir. Başka bir deyişle toplumsal olgu, bireyin dışında bulunan ve sahip oldukları zorlama gücü sayesinde kendilerini bireye kabul ettiren davranış, düşünme ve hissetme biçimleridir. . Birey üzerinde bir dış baskı uygulayabilecek her davranış biçimi ya da toplumda bireysel görünüşlerden bağımsız olarak kendine özgü bir varlığı olan ve genel olan her şey toplumsal olgudur . Toplumsal olgular kolektif biçimde geliştirildikleri için ahlaki bir içerik taşırlar ve bu doğrultuda bireylerin davranışlarını kısıtlar. Bireylere dayatılan ve bireyler tarafından içselleştirilen normlar ve kurumlar, toplumsal olguların az çok katılaşmış biçimdeki örnekleridir . Sosyal olgular, diğer adıyla toplumsal gerçeklikler, ampirik olarak çalışılabilirler ve sosyolojinin temel konusunu oluştururlar. Bununla birlikte, sosyal olgular kendi adlarına konuşamazlar, onları anlamak için teorilere ihtiyaç duyarız.
BİLGİ: Olgu: En genel tanımıyla gerçeği yansıtan saptamalardır. Kadınların siyasal sistemde erkeklerden daha az temsil edilmesi ya da toplumda zenginliğin eşitsiz bir şekilde dağılması birer toplumsal olgudur.
Toplumsal Grup: Toplumsal gruplar, toplumun yapı taşlarıdır. Grup, birbirlerinin davranışlarını dikkate alarak belirli beklentileri paylaşan ve karşılıklı etkileşim içinde olan insanlar topluluğu olarak tanımlanabilir . Bir otobüs durağında birlikte otobüs bekleyen insanlar bir grup değildir çünkü karşılıklı bir etkileşim içinde değildirler. Ancak bu insanlar otobüsün gecikmesi üzerine kendi aralarında taksi tutmaya ve taksinin ücretini bölüşmeye karar verirlerse, bir grup oluşturmuş olurlar. Bir başka deyişle toplumsal grup, üyeleri arasında ortak amaç ve çıkarlar olan, üyelerinin karşılıklı ilişki içinde olduğu ve bir sürekliliği olan insan topluluğudur. Toplumsal gruplara örnek olarak aile, bir sınıftaki öğrenciler, arkadaşlar, bir iş yerinde birlikte çalışan insanlar verilebilir.
Benlik: Bireyler doğdukları zaman, kim oldukları hakkında hiçbir fikirleri yoktur. Zamanla diğer insanların kendileri hakkında ne düşündüğünü öğrenmeye ve kendileri de kendileri hakkında aynı şekilde düşünmeye başlarlar. Çocuklar büyüdükçe erkeklerin kadınlardan, zenginlerin yoksullardan, Hristiyanların Müslümanlardan farklı algılandığını görürler; dünyanın kendilerini nasıl algıladığını öğrenir ve bu fikri benimseme eğilimi gösterirler. Sonuçta birey kendi kimliği ve kişisel özellikleri hakkında büyük ölçüde başkalarının toplumda kendi yerini nasıl tanımladığına (statü) dayanan bir benlik geliştirir. Benlik kendimize, kimliğimize ve niteliklerimize ilişkin algı ve düşüncelerimizin bütünüdür.
Statü: Diğer insanların bizim hakkımızdaki düşüncelerini ve bize karşı tutum ve davranışlarını belirleyen şey çoğu zaman bizim içsel özelliklerimizden çok, statümüzdür. Statü, diğer insanların bireylerin toplum içindeki yerine verdikleri addır. Bir bireyin çocuk, erkek, kardeş, bölüm birincisi, doktor gibi çok sayıda statüsü olabilir. İnsanlar hem edinilmiş (verilmiş) statülere hem de kazanılmış statülere sahiptirler. Örneğin erkek ya da kadın olmak, zengin ya da yoksul bir ailede doğmuş olmak ya da belirli bir ırkta doğmuş olmak gibi statüler, edinilmiş, yani doğuştan gelen statülerdir. İnsanların daha sonra kendi çabalarıyla ve bazen de şansla elde ettikleri statüler ise kazanılmış statülerdir . Öğretmen olmak, baba olmak ya da piyangoyu kazanıp zengin olmak, kazanılmış statülere örnektir. Geleneksel toplumlarda insanların toplumdaki yerlerini belirlemede doğuştan gelen statüler daha ön plandayken, günümüz modern toplumlarında kazanılmış statüler daha önemlidir.
ÖRNEK: Bir bireyin kadın olması edinilmiş (verilmiş) statü, sosyolog olması ise kazanılmış statüdür.
Toplumsal Rol: Roller, her bireyi yaşamındaki diğer bireylere bağlayan davranışlara ilişkin toplumsal olarak tanımlanmış beklentilerdir. Başka bir deyişle toplum, her statüdeki insanın belirli bir şekilde davranmasını bekler ve bu davranış rol olarak adlandırılır. Roller, toplumdaki statüye uygun hak ve ödevlerden meydana gelir. Bütün insanlar bir takım statülere (anne, öğretmen, sınıf annesi, komşu) sahip olur ve bunların hepsi kendi rolünü içinde taşır. Toplumsal yaşam, herkesin toplumsal rollerine uyması, yani kendinden beklenen ve önceden tahmin edilebilecek davranışları yerine getirmesi ile mümkün olur. İnsanların sahip oldukları statülere bağlı olarak çok sayıda rolü olabilir, örneğin bir birey erkek, baba, oğul, koca, doktor ve apartman yöneticisi rollerine sahip olabilir. Bireyin rollerinden biri ya da bazıları diğer rollerle uyuşmadığı zaman rol çatışması yaşanabilir. Örneğin polis olan baba, bir baskında suçluların arasında kendi çocuğunu gördüğünde rol çatışması yaşayacaktır. İyi bir baba gibi davranırsa iyi bir polis gibi davranmamış olacak, iyi bir polis gibi davranırsa iyi bir baba gibi davranmamış olacaktır.
BİLGİ: Rol, belirli statülere atfedilen davranışlara ilişkin toplumsal beklentilerdir.
Değer: Değerler, davranışlarımızı yargılarken ve hayattaki amacımızı seçerken başvurduğumuz; toplumsal olarak paylaşılan, amaçlarımızı ve davranışlarımızı belirlemede bize neyin doğru, neyin yanlış olduğunu söyleyen standartlardır . Başka bir deyişle değerler, toplum ya da sosyal bir grup tarafından önemli görülen ideal ve inançlardır . Farklı toplumların değerleri birbirlerinden farklı olabilir, örneğin aileye bağlılık, mütevazılık, kadercilik ya da misafirperverlik gibi çeşitli değerler bazı toplumlarda son derece önemliyken, bazı başka toplumlarda bireycilik ve rekabetçilik önemli değerlerdir ve örneğin mütevazılık bir zayıflık olarak görülebilir.
BİLGİ: Değerler, toplumda hangi davranışların uygun sayılacağına ilişkin düşüncelerden oluşan inanç, ideal ve standartlardır.
Norm: Normlar, belirli durumlarda insanların nasıl davranmaları gerektiği konusunda yaptırımı olan beklentilerdir (Bozkurt, 1999:101). Normlar, değerlere dayalı olarak geliştirilen kurallardır. Örneğin toplumun önemli değerlerinden biri dürüstlükte yalan söyleme davranışı, yaptırımı olan kurallarla engellenmeye çalışılır.
BİLGİ: Normlar
Ödül ve cezalarla güvence altına alınan, yaptırımı olan kurallar sistemidir.
Normlar üç gruba ayrılır. Bunlar halk yordamları, örfler ve kanunlardır. Halk yordamı, nispeten zayıf normlardır. Uygun kıyafet giymek, yemeği düzgün yemek, selam verilince almak gibi kurallarda görülür ve yaptırımları şiddetli değildir. Örfler ise toplumun güçlü ve önemli normlarıdır, toplumun üyeleri tarafından toplumun devamlılığı için bu normlara uyulmasının şart olduğu düşünülür ve yaptırımları son derece ağırdır. Yamyamlık, ensest ya da cinayet, örfe örnek verilebilir. Üçüncü grup normlar, yasalardır. Yasalar, toplumun siyasal otoritesi tarafından tasarlanan, sürdürülen ve dayatılan yazılı normlardır. Yasalar, hız sınırını aşmaktan vergi ödememeye, uygun olmayan yerlere çöp dökmekten cinayete kadar birçok davranışa ilişkin yaptırımı olan kurallardır.
DİKKAT: Normlar, sosyalleşme sürecinde öğrenilirler ve normların büyük kısmına otomatik olarak uyduğumuz için çoğu zaman normlara uymakta olduğumuzu fark etmeyiz.
Yaptırım: Yaptırım, toplumun üyelerinin normlara uymasını sağlamak için kullanılan, kurala aykırı davranılması halinde öngörülen sonuçtur. Başka bir deyişle toplumsal olarak onaylanan standartlara uyumu sağlamak için kullanılan araçlardır. Yaptırımlar, beklentilere uyan davranışların ödüllendirilmesi gibi olumlu ya da beklentilere uymayan davranışların cezalandırılması gibi olumsuz olabilir . Yaşamda uyduğumuz bütün kurallar yazılı normlarla belirlenmemiştir, yani yasal olarak dayatılmamıştır ama yine de bu kuralların yaptırımlardan kaynaklanan ikna edici güçleri vardır. Örneğin lokantaya gittiğimizde gelen yemeği çatal bıçak kullanmak yerine elimizle yemeye kalkarsak herhangi bir yasayı çiğnemiş olmayız, yine de çok az insan eliyle yer ve yerken de etrafındaki diğer insanların elle yemeyi onaylamayan bakışları, fısıldaşmaları ya da gülüşmeleri gibi yaptırımlara maruz kalır (Bilton vd., 2008:16). Her normun yaptırımı birbirine eşit değildir, örneğin bir insanı öldürme davranışının yaptırımı, sokağa çöp atma davranışının yaptırımdan çok daha ağır olacaktır. Yaptırımlar, arkadaşlar ya da aile tarafından ayıplanmadan yasalarla belirlenen ağır hapis cezalarına kadar çok geniş bir çeşitlilik gösterir.
Toplumsallaşma (Sosyalleşme): Bireylerin üyesi oldukları topluma ait değerleri, tutumları, bilgi ve becerileri, kısacası o toplumun kültürünü öğrendikleri etkileşim süreci toplumsallaşma olarak adlandırılır. Birey, doğumundan itibaren aile, öğretmenler, arkadaşlar, meslektaşlar gibi davranışlarına yön veren diğer insanlarla etkileşime girerek toplumsal rolleri, norm ve değerleri öğrenir. Toplumsallaşmanın iki fonksiyonu vardır, bunlardan biri benliğin gelişmesini sağlamak, ikincisi ise kültürün bir nesilden diğer nesle aktarılmasını sağlamaktır. Toplumlar, değerlerini, toplumsal davranışlarını, kültürel miraslarını nesilden nesle aktararak kendilerini yeniden üretirler . Toplumsallaşma aracılığıyla her toplum, her yeni neslin o toplumun değerlerini ve normlarını öğrenerek büyümesini, böylece toplumun kendisinden beklediği davranışları yerine getirmesini sağlar.
Diğer insanlarla ilişki kurmadan bir birey tam olarak insan olamaz. Toplumsallaşma sürecinde geri kalan bireylerin duygusal, zihinsel, hatta fiziksel açıdan sorunlarla karşılaşma ihtimalleri çok yüksektir. Kingsley Davis, 1940’larda yaptığı ve diğer insanlarla ilişki kuramayan çocukları incelediği ünlü çalışmasında insanlarla etkileşim kurmayan çocukların fiziksel ve psikolojik gelişimlerinin normal seyretmediğini ortaya koymuştur. Çalışmadaki çocuklardan biri olan Anna, gayrimeşru bir çocuktu ve annesi bu nedenle doğduğu günden beri onu tavan arasında saklamıştı. Anna diğer insanlarla nadiren karşılaşmış ve çok düşük düzeyde bakım görmüştü. Altı yaşında bulunduğunda Anna konuşamıyor, yürüyemiyor ve kendi kendine yemek yiyemiyordu. Kendisine yönelik konuşmalara cevap, davranışlara tepki vermiyordu, bu nedenle başlangıçta sağır ve kör olduğu zannedilmişti. Anna’nın gördüğü fiziksel ve zihinsel zarar kolaylıkla onarılamamış, dört yıllık eğitimden sonra Anna zar zor yürüyebilir, birkaç kelime konuşabilir ve oyuncak bebeğine ilgi gösterir hale ancak gelebilmişti. 11 yaşında öldüğünde Anna ancak 2 ya da 3 yaşında bir çocuğun seviyesine ulaşabilmişti . Bu örnek toplumsallaşma sürecinin toplum açısından olduğu kadar bireyin gelişimi açısından da son derece önemli bir süreç olduğunu göstermektedir.
DİKKAT: Toplumsallaşma süreci insanın içinde yaşadığı toplumun bir üyesi olmayı öğrenmesi sürecidir. Statüler ve roller değiştikçe insanlar bu rollere uygun davranmayı öğrendiği için toplumsallaşma süreci ölene dek sürer.
BİLİM OLARAK SOSYOLOJİNİN DOĞUŞU
Sosyolojinin Doğuşu
İnsanlar, binlerce yıldır içinde yaşadıkları grupları ve toplumları gözlemlemiş ve bu konuda çeşitli fikirler ileri sürmüşlerdir. Her ne kadar insan davranışını şekillendiren toplumsal etkenlerin incelenmesi Antik Yunan’a kadar uzansa da bilim olarak sosyoloji yaklaşık 200 yıl önce ortaya çıkmıştır. Batı’da 16. yüzyıldan itibaren dinsel, siyasal, bilimsel ve felsefi düşünceler değişmeye başlamış, Rönesans ve Reform hareketlerini izleyen Aydınlanma Dönemi, Fransız İhtilalinin ve Endüstri Devriminin gerçekleşmesinde etkili olmuştur. 18. yüzyılın sonlarında yaşanan Fransız Devrimi ile mevcut toplumsal yapı yıkılmış, kaos ve düzensizlik meydana gelmiş, ‘bireyler Ortaçağ’ın görece düzenli ve daha huzurlu günlerini arar olmuştur. Bunu izleyen Endüstri Devrimi ise başta ekonomik ve endüstriyel yapı olmak üzere aile, eğitim, tabakalaşma gibi toplumun temel kurumlarını ve yapısal özelliklerini değiştirmiştir. Bu gelişmeler sonucunda Avrupa toplumunda büyük ölçekli değişmeler yaşanmış, laikleşme, kentleşme ve endüstrileşme hızlanmış, nüfus artmış, sınıfsal yapı değişmiş, kısacası yeni bir toplum yapısı meydana gelmiştir. Yaşanan bu büyük dönüşümle kırsal, bütünleşmiş, durağan toplum yapısı kentsel, kozmopolit, hızla değişen bir yapıya dönüşmüş; geleneksel toplumların yerini modern toplumlar almıştır. Sosyolojinin ortaya çıkmasındaki en büyük etken bu geniş çaplı değişim ve dönüşümdür. Toplumsal düzenin bozulmasıyla oluşan kaos ortamında 19.yüzyıl düşünürleri toplumsal düzenin yeniden nasıl kurulabileceği sorusu üzerinde durmuş ve “toplum nedir?”, “toplum neden şu anda var olduğu gibi yapılanmıştır?”, “toplumlar neden ve nasıl değişirler?” gibi sorulara cevaplar bulmaya çalışmışlardır . İlk sosyolojik analizler, nelerin ve neden değiştiğini ortaya koymaya ve gelecekte toplum yapısının nasıl olacağını tahmin etmeye çalışan analizlerdir . Bir yandan yaşanan bu değişimler karşısında insanların toplumsal yaşamla ilişkili sordukları ve yanıtlayamadıkları sorular, diğer yanda bilimsel devrimle birlikte doğa bilimlerindeki gelişmeler ve bilimsel yöntemin yaygınlaşması, bu sorulara bilimsel yöntemle cevap bulunabileceği düşüncesini doğurmuştur . Doğa bilimleri, sorduğu sorulara tekrarlı gözlemlerle, dikkatli tanımlamalarla, muhtemel açıklamalar içeren teorilerin geliştirilmesi ve bu teorilerin sınanması yoluyla cevaplar bulmakta, doğal olguları açıklamakta ve geleceğe yönelik tahminlerde bulunmaktadır. Yaşanan kaos ortamında sosyolojinin öncüleri toplumla ilgili sorulara cevap bulmak için de doğa bilimlerinin kullandığı yöntemlerin kullanılabileceğini, böylece nasıl doğa bilimciler doğa kanunlarını ortaya çıkarıyorlarsa, toplumsal yaşamın kanunlarının, yani toplumsal yapıdaki düzenliliklerin de ortaya konabileceğini düşünmüşlerdir. Böylece, yaşanan bu büyük toplumsal dönüşümlerin oluşturduğu soruların bilimsel yöntem kullanılarak cevaplanması çabası, bilim olarak sosyolojiyi doğurmuştur. Auguste Comte, toplumun bilimsel olarak incelenmesini sosyoloji olarak adlandıran ilk düşünürdür ve bu nedenle sosyolojinin isim babası olarak bilinir.
DİKKAT: Fransız Devrimi ve Endüstri Devrimi sonrasında yaşanan büyük toplumsal dönüşümlerin oluşturduğu soruların bilimsel yöntem kullanılarak cevaplanması çabası, bilim olarak sosyolojiyi doğurmuştur.
Sosyolojinin Diğer Sosyal Bilim Disiplinleriyle İlişkisi
Bir kütüphanede sosyoloji kitaplarıyla dolu raflara baktığınızda, muhtemelen bu kitapların tarih, antropoloji, siyasal bilimler, hukuk, ekonomi, sosyal politika kitaplarına yakın raflara dizildiğini görürsünüz. Gerçekten de yan yana dizilmiş bu alanların paylaştığı birçok ortak nokta vardır ve sosyoloji kitaplarını okuyan kişiler zaman zaman tarih ya da ekonomi (iktisat) kitaplarına ihtiyaç duyarlar. Tarih, ekonomi, siyasal bilimler, sosyoloji, hepsi insan eylemlerini ve bu eylemlerin sonuçlarını inceler, yani hepsi insan ürünü olan dünya ile ilgilidirler . Başka bir deyişle toplumsal yaşamı, toplumsal davranışı ve toplumsal değişmeyi çalışan tek disiplin sosyoloji değildir; psikoloji, antropoloji, siyaset bilimi, ekonomi gibi diğer disiplinler de toplumsal yaşamla ilgilenirler. Sosyolojiyle birlikte çeşitli açılardan toplumsal dünyayı konu alan bütün bu disiplinler, sosyal bilimler olarak adlandırılırlar. Sosyolojiyle diğer disiplinler arasındaki fark, konularından değil, her disiplinin bakış açısından kaynaklanmaktadır. Bütün disiplinlerin insan eylemlerini araştırmak üzere kendine özgü soru kalıpları ve yorumlama ilkeleri vardır. Sosyolojinin belirleyici özelliği, insan eylemlerinin geniş çaplı oluşumların karşılıklı bağımlılık ağı içinde meydana geldiğini kabul etmesidir . Örneğin psikoloji, bireysel davranışı inceler. Sosyoloji de bireysel davranışla ilgilenir; ama sosyologlar için analiz edilecek birim birey değil, toplumdur. Sosyolojik bakış açısından psikolojik açıklamalar yanlış değildir; ancak yetersizdir. Sosyologlar insan davranışlarının sadece bireysel motivasyonlardan ve tutumlardan kaynaklanmadığını, toplum düzeyinde belirli davranış kalıpları olduğunu ve bireysel davranışları bu kalıpların da etkilediğini düşünürler . Antropoloji, insan kültürlerinin incelenmesidir. Antropologlar kültürü toplumun temeli olarak görür ve farklı kültürlerdeki insanların nasıl yaşadığını ve kültürlerin nasıl geliştiğini incelerler. Sosyologlar da kültürü inceler ama sadece kültüre odaklanmazlar. Sosyologlar genellikle çağdaş toplumları ve içinde bulundukları toplumları incelerken antropologlar genellikle uzak ve geçmişteki toplumların kültürleriyle ilgilenirler. Ekonomi, mal ve hizmetlerin üretimini, dağıtımını ve tüketimini, siyaset bilimi, siyasal davranışı, siyaset felsefesini, hükumetleri ve siyasal partileri inceler. Yani ekonomi ve siyaset bilimi, siyasi ve ekonomik davranışı etkileyen belirli toplumsal kurumları incelerler. Sosyoloji ise siyaset ve ekonomi de dahil olmak üzere, bütün toplumsal kurumları ve bu kurumların insan davranışını nasıl etkilediğini inceler.
BİLGİ: Bilim Disiplini, bilim dallarının alt kategorilerine verilen addır. Sosyoloji hem bir bilim, hem de sosyal bilimlerin bir disiplinidir.
Tarih ve sosyolojinin konuları da zaman zaman örtüşmektedir. Çoğu kez tarih ve sosyoloji arasındaki temel farkın tarihçilerin bir kereye özgü oluşmuş olguları betimlemeleri, sosyologların ise genellemelere varmaya çalışmaları olduğu savunulmaktadır. Oysa tarihçiler de genelleme yaparlar ve birçok sosyolojik çalışmada bir kez olmuş olgular ya da olguların anlık durumları incelenir. Tarihle sosyoloji arasındaki temel fark tarihçilerin genellikle olguların belirli bir dönemdeki halini incelemeleri, sosyologların ise çok sayıda benzer olguya ilişkin dönemlerin incelenmesiyle sınanabilecek genellemelerle işe başlamalarıdır.
Felsefeyle sosyoloji arasında da yakın bir ilişki vardır. Sosyoloji büyük ölçüde felsefi bir tutkunun -insanlığın tarihini anlama kavuşturmak, 19.yy Avrupa’sındaki toplumsal bunalımları açıklamak ve sosyal politikaya yol gösterecek bir sosyal doktrin oluşturmak tutkusunun- sonucunda ortaya çıkmıştır. Felsefeyle sosyoloji arasında, en basit şekliyle üç açıdan bir ilişki vardır. İlk olarak, bir bilim olarak sosyoloji de bilim felsefesinden yararlanır. İkincisi, sosyoloji sosyal olguları ele alırken değerlerle de ilgilenmektedir ve değerlerin ahlak felsefesinde ve toplumsal felsefede nasıl tartışıldığını bilmesi gerekir. Son olarak sosyoloji yeni felsefi soruların ortaya çıkmasına katkıda bulunur.
Sosyoloji ile insanın toplumsal yaşamına ilişkin diğer bilimler arasındaki ilişki, sosyal bilimlerin bir bütünü oluşturduğunu göstermektedir. Sosyoloji hem sosyal bilimlerin diğer disiplinlerinden faydalanır, hem de diğer disiplinlerin araştırmaları için toplumsal yapıya ilişkin genel bir çerçeve çizerek, diğer disiplinlerin incelemediği olguları inceleyerek (ekonomik davranış ile dinsel inançlar arasındaki ilişki, toplumsal tabakalaşma ile siyasal davranış arasındaki ilişki gibi) diğer disiplinlere yarar sağlar . Toplumsal yaşamı etraflı bir şekilde anlamak için sosyal bilimler bir bütün olarak düşünülmelidir. Günümüzde sosyal bilimlerdeki aşırı uzmanlaşma azalmakta ve çok sayıda disiplinler arası çalışma yapılmaktadır. Böylece çeşitli disiplinlerin güçlü yönlerinin avantajlarından yararlanılarak sosyal dünya daha iyi bir şekilde anlaşılmaya çalışılmaktadır.
Henüz yorum yapılmamış.